Vincent van Gogh, sanatı ve çalkantılı yaşamı ile tanınan, 19. yüzyılın en etkili ve en ünlü ressamlarından biridir. 30 Mart 1853 tarihinde Hollanda’nın Zundert kasabasında doğan Van Gogh, sanat dünyasında Post-Empresyonizm akımının öncülerinden biri olarak kabul edilir. Hayatı boyunca yoğun duygusal çalkantılar yaşamış, bu zorluklar onun sanatını ve ifade biçimini derinden etkilemiştir. Van Gogh, yaşamı boyunca çok az eserini satabilmiş ve hayatı boyunca tanınmamış olmasına rağmen, ölümünden sonra eserleri büyük bir değer kazanmış ve dünya çapında takdir edilmiştir.
Çocukluk ve Gençlik Yılları
Vincent van Gogh, beş çocuklu bir ailenin en büyük ikinci çocuğuydu. Babası bir Protestan papazıydı ve ailesi Vincent’ın da dini bir yol izlemesini bekliyordu. Gençlik yıllarında Van Gogh, farklı ülkelerde ve şehirlerde çeşitli işlerde çalıştı. Bir dönem sanat tüccarı olarak çalışmış, ancak bu işte mutlu olamamış ve kariyerine başka bir yönde devam etmeye karar vermiştir. Paris, Londra ve Brüksel gibi şehirlerde bulunduğu bu dönemlerde, sanatla ilk ciddi temasını gerçekleştirdi.
Sanata Başlangıç ve İlk Eserleri
Van Gogh, 27 yaşında sanat kariyerine adım attı. Başlangıçta karakalem ve gravür çalışmaları yapmış, daha sonra renkli boyalarla çalışmalarına başlamıştır. Sanatına dair ilk izler, Van Gogh’un ruhsal durumunu ve yaşadığı içsel mücadeleleri yansıtır. Özellikle Hollanda’da geçirdiği yıllarda, köy hayatını ve yoksul köylülerin zorluklarını betimleyen karanlık ve kasvetli eserler ortaya koymuştur. Bu dönemin en bilinen eseri, “Patates Yiyenler” (1885) adlı tablosudur. Bu eser, onun erken dönem sanat anlayışını ve toplumun alt sınıflarına olan ilgisini gözler önüne serer.
Van Gogh’un Paris Yılları ve Sanatının Evrimi
1886 yılında Van Gogh, sanat dünyasının merkezi olarak kabul edilen Paris’e taşındı. Burada, Empresyonist ve Neo-Empresyonist ressamlarla tanıştı, bu da onun sanat anlayışında önemli değişimlere yol açtı. Paris’te geçirdiği iki yıl boyunca, renk paleti giderek canlandı, daha parlak ve cesur renkler kullanmaya başladı. Georges Seurat, Paul Gauguin ve Claude Monet gibi sanatçılarla tanışması, Van Gogh’un sanatındaki değişimin başlıca etkenlerinden biri oldu. Bu dönemde, Van Gogh, doğayı daha soyut ve kişisel bir tarzla yorumlamaya başladı.
Arles ve Provence Dönemi
1888 yılında Van Gogh, Paris’in kalabalığından ve stresinden kaçarak, Güney Fransa’da Arles kasabasına taşındı. Burada geçirdiği süre boyunca, kendine özgü stilini tam anlamıyla geliştirdi ve bugün en çok bilinen eserlerini üretti. Bu dönemde yaptığı “Yıldızlı Gece,” “Ayçiçekleri,” ve “Arles’te Kafe” gibi tabloları, onun iç dünyasının yansımalarını taşır. Van Gogh, doğanın renklerini ve ışığını ustalıkla kullanarak, çevresini sanki hayata yeni bir anlam katıyormuş gibi resmetti. Arles dönemi, Van Gogh’un kariyerinde bir zirve noktası olarak kabul edilir.
Zihinsel Sağlık Sorunları ve Saint-Rémy Dönemi
Van Gogh, hayatı boyunca ruhsal sağlık sorunlarıyla mücadele etti. 1888’de yaşadığı bir sinir krizi sonucu, kulağının bir kısmını kesmesi, onun akıl sağlığına dair yaşadığı derin sorunların bir göstergesiydi. Bu olayın ardından Van Gogh, Saint-Rémy-de-Provence’da bir akıl hastanesine yattı. Burada geçirdiği süre boyunca da sanat üretmeye devam etti. Bu dönemde yaptığı “Yıldızlı Gece,” belki de en ünlü eseri olarak kabul edilir. Saint-Rémy’deki eserleri, hem onun zihinsel durumunu hem de doğayla kurduğu özel bağı yansıtır.
Van Gogh: Son Yılları ve Ölümü
Van Gogh, 1890 yılında kardeşi Theo’nun desteğiyle Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise’a taşındı. Burada, kısa sürede 70’den fazla tablo ve çizim yaptı. Ancak, ruhsal sorunları giderek kötüleşti ve 29 Temmuz 1890’da, 37 yaşında, tabancayla kendini vurarak intihar etti. Van Gogh’un ölümü, sanat dünyasında derin bir etki yarattı ve onun trajik hayatı, sanatındaki derinliğin ve duygusal yoğunluğun bir simgesi haline geldi.
Sanat Kariyeri ve Mirası
Van Gogh, yaşadığı dönemde çok az tanınmış ve eserlerini satmakta büyük zorluklar yaşamıştır. Ancak, ölümünden sonra eserleri dünya çapında büyük bir değere ulaşmış ve o, modern sanatın en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Van Gogh’un sanatındaki yoğun duygusallık, renk kullanımı ve kendine özgü tarzı, birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuş ve sanat tarihine kalıcı bir iz bırakmıştır. Bugün Van Gogh’un eserleri, dünyanın dört bir yanındaki müzelerde sergilenmekte ve milyonlarca insan tarafından hayranlıkla izlenmektedir.
Vincent van Gogh, sanatında içsel duygularını ve zihinsel çalkantılarını ustalıkla ifade eden bir deha olarak, sanat tarihinde ölümsüzleşmiş bir figürdür. Onun hayatı, sanatı ve yaşadığı zorluklar, insan ruhunun karmaşıklığını ve sanatın bu ruhu nasıl yansıtabileceğini gösteren bir örnek olarak kalacaktır.
Van Gogh’un En Ünlü Eserleri ve Tablolarının Hikayeleri
Vincent van Gogh, hayatı boyunca ürettiği sayısız eserle sanat dünyasında derin izler bırakan bir sanatçıdır. Onun tabloları, sadece görsel açıdan büyüleyici olmakla kalmaz, aynı zamanda kişisel hikayeler ve duygusal derinliklerle doludur. Van Gogh’un eserleri, yaşamındaki zorlukları, umutlarını ve hislerini yansıtır. İşte Van Gogh’un en ünlü tabloları ve bu eserlerin ardındaki hikayeler:
Yıldızlı Gece (The Starry Night) – 1889
- Hikayesi: Yıldızlı Gece, Van Gogh’un en ikonik ve en çok bilinen eseridir. Sanatçı, bu tabloyu Saint-Rémy-de-Provence’da kaldığı akıl hastanesinde, kendi odasından gördüğü manzaradan ilham alarak yapmıştır. Tabloda, gece gökyüzünde dans eden yıldızlar, hilal şeklinde bir ay ve köy silueti yer alır. Bu resim, Van Gogh’un zihinsel durumunu ve içsel huzursuzluğunu yansıtır. Tablodaki yoğun renkler ve dinamik fırça darbeleri, sanatçının duygusal durumunu ifade eder. Van Gogh, bu eseri yaparken, evrenin ihtişamı karşısındaki hayranlığını ve aynı zamanda insanın varoluşsal yalnızlığını dile getirmiştir.
Ayçiçekleri (Sunflowers) – 1888
- Hikayesi: Van Gogh’un Ayçiçekleri serisi, sanatçının yaşamının en parlak dönemlerinden birinde, Güney Fransa’da Arles’te yaptığı çalışmalardan biridir. Van Gogh, Paul Gauguin’in ziyareti öncesinde, Arles’teki sarı evini süslemek için bu tabloları yapmıştır. Ayçiçekleri, onun en sevdiği çiçeklerden biridir ve bu tablolar, doğaya ve onun renklerine olan hayranlığını gösterir. Ayçiçekleri, Van Gogh’un renk kullanımındaki ustalığı ve canlı renklerle duygu ifade etme yeteneğini ortaya koyar. Tablolar, yaşamın geçiciliğini ve çiçeklerin solması gibi hayatın da hızla akıp gittiğini hatırlatan bir temaya sahiptir.
Buğday Tarlası ve Kargalar (Wheatfield with Crows) – 1890
- Hikayesi: Buğday Tarlası ve Kargalar, Van Gogh’un yaşamının son döneminde yaptığı ve bazı yorumlara göre onun “veda eseri” olarak görülen bir tablodur. Tabloda, yoğun bir gökyüzü altında uzanan buğday tarlası ve karanlık kargalar görülür. Van Gogh’un bu eserinde kullandığı dramatik renkler ve sert fırça darbeleri, onun içsel çatışmasını ve ruhsal durumunu yansıtır. Kargalar, genellikle ölümün ve kötü haberlerin habercisi olarak yorumlanır. Bu tablo, Van Gogh’un yaşamındaki karanlık ve melankolik duyguların bir yansıması olarak görülür.
Arles’te Kafe Terası (Café Terrace at Night) – 1888
- Hikayesi: Arles’te Kafe Terası, Van Gogh’un Güney Fransa’daki Arles şehrinde yaptığı eserlerden biridir. Tabloda, gece vakti bir kafe terası, sokak lambaları altında ışıldayan sarı ve turuncu tonlarıyla betimlenmiştir. Bu eser, Van Gogh’un renkleri ışık kaynağı olarak kullanma becerisini ve gece manzaralarını yaratma konusundaki ustalığını gösterir. Tablodaki sıcak renkler ve davetkar atmosfer, sanatçının o dönemde yaşadığı huzurlu anları yansıtır. Van Gogh, bu eserle birlikte, gece sahnelerinde renk kullanımını daha da ileriye taşımıştır.
Kırmızı Üzüm Bağı (The Red Vineyard) – 1888
- Hikayesi: Kırmızı Üzüm Bağı, Van Gogh’un hayatı boyunca sattığı bilinen tek tablo olarak ünlüdür. Bu eser, Provence’da sonbahar mevsiminde, güneşin batışı sırasında görülen bir üzüm bağını tasvir eder. Van Gogh, bu tabloyu yaparken doğanın sıcak renk paletinden ilham almıştır. Altın sarısı ve kırmızının hakim olduğu bu eser, doğanın ihtişamını ve mevsimlerin döngüsünü kutlar niteliktedir. Kırmızı Üzüm Bağı, Van Gogh’un renkleri ve ışığı kullanma konusundaki becerisinin yanı sıra, tarım işçilerinin hayatına olan ilgisini de gösterir.
Kendi Portresi (Self-Portrait) – 1889
- Hikayesi: Van Gogh, yaşamı boyunca birçok kez kendi portresini yapmıştır, ancak 1889 yılında Saint-Rémy’deki akıl hastanesinde yaptığı bu eser, en ünlülerinden biridir. Tabloda, Van Gogh, kendini ciddi bir ifadeyle ve gözlerinde derin bir düşünceyle betimlemiştir. Bu portre, sanatçının kendi iç dünyasına bakışını ve yaşadığı zorlukları yansıtır. Mavi ve yeşil tonların hakim olduğu bu eser, Van Gogh’un duygusal yoğunluğunu ve ruhsal durumunu gözler önüne serer.
Doktor Gachet’nin Portresi (Portrait of Dr. Gachet) – 1890
- Hikayesi: Doktor Gachet’nin Portresi, Van Gogh’un son döneminde yapmış olduğu en önemli eserlerden biridir. Dr. Paul Gachet, Van Gogh’un yaşamının son dönemlerinde onunla ilgilenen doktorudur. Bu portrede, Dr. Gachet melankolik bir duruşla tasvir edilmiştir. Tablodaki renkler ve doktorun yüz ifadesi, onun hem sanatçıya duyduğu empatiyi hem de Van Gogh’un ruh halini yansıtır. Bu tablo, Van Gogh’un en pahalı eserlerinden biri olarak bilinir ve 1990 yılında rekor bir fiyata satılmıştır.
Van Gogh’un tabloları, sadece sanatsal açıdan değil, aynı zamanda derin kişisel hikayeler ve duygusal ifadelerle doludur. Onun eserleri, yaşamının farklı dönemlerindeki içsel dünyasını ve ruh halini yansıtan birer ayna niteliğindedir. Van Gogh’un sanatındaki bu derinlik ve ifade gücü, onu sanat tarihinde benzersiz bir yere koymakta ve eserlerini bugün hala büyüleyici kılmaktadır. Bu tablolar, Van Gogh’un yaşamını ve sanatını anlamak için birer anahtar niteliğindedir.
Van Gogh’un En Pahalıya Satılan Tabloları
Vincent van Gogh, yaşamı boyunca büyük maddi zorluklar çekmiş ve yalnızca birkaç eserini satabilmişti. Ancak, ölümünden sonra eserleri büyük bir ilgi görmüş ve modern sanatın en değerli parçaları haline gelmiştir. Van Gogh’un tabloları, müzayedelerde rekor fiyatlara satılarak sanat dünyasında benzersiz bir konum edinmiştir. İşte Van Gogh’un en pahalıya satılan tabloları ve bu eserlerin ardındaki hikayeler:
Doktor Gachet’nin Portresi (Portrait of Dr. Gachet) – 1890
Doktor Gachet’nin Portresi, Van Gogh’un yaşamının son döneminde yaptığı ve belki de en kişisel eserlerinden biridir. Dr. Paul Gachet, Van Gogh’un yaşamının son birkaç ayında ona bakan doktordu. Portrede, Dr. Gachet melankolik bir ifadeyle resmedilmiş, yüzündeki duygusal derinlik ve hüzün Van Gogh’un içsel dünyasına da bir ayna tutmuştur. 1990 yılında Christie’s müzayede evinde, Japon iş adamı Ryoei Saito tarafından 82.5 milyon dolara satın alınan bu eser, o dönemde bir tablo için ödenen en yüksek fiyatlardan biri olarak kayıtlara geçti.
Irises (İrisler) – 1889
Van Gogh, Irises adlı bu eserini, Saint-Rémy-de-Provence’daki akıl hastanesine yatmasından kısa bir süre sonra yapmıştır. Tabloda, canlı mavi ve mor tonlarında iris çiçekleri betimlenmiştir. Van Gogh, bu eserde doğaya olan sevgisini ve onun iyileştirici gücünü vurgulamıştır. Irises, 1987 yılında Sotheby’s müzayede evinde 53.9 milyon dolara satıldı ve o dönemde bir tablo için ödenen en yüksek meblağlardan biri oldu.
Portrait of Joseph Roulin (Postacı Joseph Roulin’in Portresi) – 1889
Joseph Roulin, Van Gogh’un Arles’deki döneminde dostluk kurduğu yerel bir postacıdır. Van Gogh, Roulin ailesinin birkaç portresini yapmıştır ve Joseph Roulin’in Portresi bunlar arasında en ünlüsüdür. Portrede, Roulin’in sıcak ve samimi kişiliği, Van Gogh’un karaktere olan derin sevgisini yansıtır. Bu eser, 1989 yılında 58 milyon dolara satılmıştır.
Vazoda On Beş Ayçiçeği (Vase with Fifteen Sunflowers) – 1888
Vazoda On Beş Ayçiçeği, Van Gogh’un en tanınmış eserlerinden biridir. Bu tablo, sanatçının Arles döneminde yaptığı ayçiçekleri serisinin bir parçasıdır. Ayçiçekleri, Van Gogh’un en sevdiği çiçeklerden biridir ve bu eser, onun doğaya olan tutkusunu yansıtır. Tablonun canlı sarı renkleri, sanatçının hayatındaki umut dolu anları ifade eder. 1987 yılında bu eser, Londra’daki Christie’s müzayede evinde 39.9 milyon dolara satılmıştır.
Wheatfield with Cypresses (Servili Buğday Tarlası) – 1889
Wheatfield with Cypresses, Van Gogh’un Saint-Rémy’de geçirdiği dönemde yaptığı önemli eserlerden biridir. Bu tablo, sanatçının doğaya duyduğu hayranlığı ve onun duygusal çalkantılarını dengeleyen huzurlu manzaraları betimler. Servi ağaçları ve buğday tarlası, onun içsel dinginlik arayışını simgeler. 1993 yılında, bu eser 57 milyon dolara satılmıştır ve bu, Van Gogh’un eserlerine olan talebin ve değerinin bir göstergesidir.
Portrait of the Artist Without Beard (Sakalsız Otoportre) – 1889
Sakalsız Otoportre, Van Gogh’un son otoportrelerinden biridir ve kişisel olarak onun en önemli çalışmalarından biri olarak kabul edilir. Bu eser, Van Gogh’un ruhsal durumunu ve yaşadığı zorlukları yansıtan güçlü bir ifade taşır. 1998 yılında bu otoportre, 71.5 milyon dolara satılmıştır ve bu da onu o dönemde satılan en pahalı Van Gogh eserlerinden biri yapmıştır.
L’Arlésienne: Madame Ginoux (Arlésienne: Madame Ginoux’un Portresi) – 1890
Van Gogh, L’Arlésienne adlı bu eserinde Arles’de tanıştığı Madame Ginoux’yu resmetmiştir. Madame Ginoux, Van Gogh’un Arles’de kaldığı dönemde sık sık ziyaret ettiği bir kafenin sahibiydi. Bu portre, sanatçının portrelerinde insan karakterine ve kişilik derinliğine verdiği önemi gösterir. 2006 yılında bu eser 40.5 milyon dolara satılmıştır.
Van Gogh’un tabloları, ölümünden sonra büyük bir değere ulaşarak sanat dünyasında önemli bir yer edinmiştir. Onun eserleri, sadece sanatsal açıdan değil, aynı zamanda yatırım açısından da büyük ilgi görmüştür. Van Gogh’un tabloları, müzayedelerde rekor fiyatlarla satılmış ve sanat tarihinin en değerli eserleri arasında yerini almıştır. Bu tablolar, Van Gogh’un sanattaki dehasını ve duygusal derinliğini dünyaya gösteren eşsiz eserlerdir.
Van Gogh’un Eserleri Nerelerde Sergilenmektedir?
Vincent van Gogh’un eserleri, sanat dünyasında büyük bir değer taşıdığı için dünyanın dört bir yanındaki müzelerde ve galerilerde sergilenmektedir. Van Gogh’un benzersiz tarzı, renk kullanımı ve duygusal derinliği, eserlerini hem sanatseverler hem de akademisyenler için ilgi çekici kılmaktadır. Sanatçının en ünlü tabloları, Avrupa’dan Amerika’ya, Asya’dan Avustralya’ya kadar birçok prestijli sanat müzesinde ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır. İşte Van Gogh’un eserlerini görebileceğiniz bazı önemli müzeler ve galeriler:
Van Gogh Müzesi – Amsterdam, Hollanda
- Hakkında: Van Gogh Müzesi, Amsterdam’da yer almakta olup, dünyanın en kapsamlı Van Gogh koleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır. Müze, 1973 yılında açılmıştır ve Van Gogh’un hayatını, eserlerini ve sanatına dair detayları sergilemektedir. Müzede, sanatçının 200’den fazla tablosu, yüzlerce çizimi ve mektupları bulunmaktadır. “Ayçiçekleri,” “Yıldızlı Gece,” ve “Patates Yiyenler” gibi ikonik eserler, bu müzenin en önemli parçaları arasındadır. Van Gogh Müzesi, sanatçının yaşamı boyunca ürettiği eserlerin büyük bir kısmını görmek isteyenler için en ideal yerdir.
Musée d’Orsay – Paris, Fransa
- Hakkında: Paris’te yer alan Musée d’Orsay, Van Gogh’un eserlerinin sergilendiği en prestijli müzelerden biridir. Bu müze, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarına ait geniş bir sanat koleksiyonuna sahiptir. Van Gogh’un “Otoportre,” “Arles’teki Kafe Terası” ve “Buğday Tarlası ve Kargalar” gibi önemli eserleri burada sergilenmektedir. Musée d’Orsay, Van Gogh’un Post-Empresyonist dönemini daha iyi anlamak için mükemmel bir ortam sunar.
The Metropolitan Museum of Art – New York, ABD
- Hakkında: New York’taki The Metropolitan Museum of Art, Van Gogh’un eserlerini Amerika’da görebileceğiniz önemli bir müzedir. Müze, sanatçının birçok başyapıtını barındırmakta ve özellikle Van Gogh’un geç dönem çalışmalarına yer vermektedir. “Irises” ve “Buğday Tarlası ve Serviler” gibi eserler, bu müzede sergilenen önemli parçalardandır. The Met, Van Gogh’un sanatını daha geniş bir perspektifle görmek isteyenler için ideal bir ziyaret noktasıdır.
The Art Institute of Chicago – Chicago, ABD
- Hakkında: The Art Institute of Chicago, Amerika’da Van Gogh’un eserlerini görebileceğiniz bir başka önemli müzedir. Müze, Van Gogh’un “Yıldızlı Gece” ve “Kırmızı Üzüm Bağı” gibi eserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Chicago Sanat Enstitüsü, Van Gogh’un renk paletini ve fırça darbelerini yakından incelemek isteyen sanatseverler için harika bir kaynaktır.
Neue Pinakothek – Münih, Almanya
- Hakkında: Münih’te yer alan Neue Pinakothek, Van Gogh’un eserlerinin sergilendiği Avrupa’daki önemli müzelerden biridir. Bu müze, 19. yüzyıl Avrupa sanatına odaklanmaktadır ve Van Gogh’un birçok önemli eserini barındırmaktadır. “Ayçiçekleri” ve “Kendi Portresi” gibi eserler burada sergilenmektedir. Neue Pinakothek, Van Gogh’un sanatını daha derinlemesine keşfetmek isteyenler için zengin bir koleksiyon sunar.
The National Gallery – Londra, İngiltere
- Hakkında: Londra’da bulunan The National Gallery, Van Gogh’un eserlerini İngiltere’de görmek isteyenler için en önemli sanat müzelerinden biridir. Müze, sanatçının birçok ikonik eserine ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle “Buğday Tarlası ve Selvi Ağaçları” ve “Zambaklar” gibi eserler, bu müzede sergilenen başyapıtlar arasındadır. The National Gallery, Van Gogh’un sanatı üzerinde derin bir etki bırakan renk kullanımı ve kompozisyonlarını incelemek için ideal bir mekandır.
Kröller-Müller Müzesi – Otterlo, Hollanda
- Hakkında: Hollanda’nın Otterlo kasabasında bulunan Kröller-Müller Müzesi, Van Gogh’un eserlerini görmek için ziyaret edilebilecek başka bir önemli müzedir. Bu müze, Van Gogh’un en büyük özel koleksiyonlarından birine sahiptir ve sanatçının 90’dan fazla tablosunu ve 180’den fazla çizimini sergilemektedir. “Kırmızı Üzüm Bağı” ve “Arles’teki Yatak Odası” gibi eserler, bu müzenin koleksiyonunun önemli parçalarıdır. Kröller-Müller Müzesi, Van Gogh’un sanatı ve hayatı hakkında kapsamlı bilgi edinmek isteyenler için ideal bir destinasyondur.
Hermitage Müzesi – Saint Petersburg, Rusya
- Hakkında: Hermitage Müzesi, Van Gogh’un eserlerini Rusya’da görmek isteyenler için önemli bir sanat merkezidir. Müze, sanatçının çeşitli eserlerini sergilemektedir ve bu eserler, Van Gogh’un tarzının farklı dönemlerini yansıtır. “Üzüm Tarlasında Kızıl”, Hermitage’da sergilenen önemli Van Gogh tablolarından biridir. Hermitage Müzesi, Van Gogh’un eserlerine farklı bir coğrafi perspektiften bakmak isteyen sanatseverler için eşsiz bir deneyim sunar.
Vincent van Gogh’un eserleri, dünyanın dört bir yanındaki müzelerde sergilenmekte ve sanatseverlere ilham vermeye devam etmektedir. Van Gogh’un tabloları, sadece estetik güzellikleriyle değil, aynı zamanda sanatçının derin duygusal ve zihinsel yolculuğunu yansıtan eserler olarak da büyük bir değer taşır. Bu müzeler, Van Gogh’un sanatını yakından görmek ve onun yaşamına dair daha derin bir anlayış kazanmak isteyen herkes için vazgeçilmez duraklardır.